1 Şubat 2013 Cuma

Kredi Derecelendirme Kuruluşları

Kredi derecelendirmesi kişi, kurum ya da ülkelerin kredi verilebilirlik durumunun belirli ölçülerle ortaya konmasıdır. Yazıda kişi ve kurumları bir kenara bırakıp ülkelerin uluslararası kredi derecelendirmesi üzerinde duracağız.
Son yıllarda küresel krizlerin oluşumu ve bu krizler üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri tartışılsa da kredi derecelendirme kuruluşlarının finansal piyasalardaki rolünün önemi büyüktür.
Ülkemizin kredi derecelendirmesinin yapılması konusunda SPK tarafından yetkilendirilmiş kuruluşlar Standards and Poor's, Moody's Investor Service ve Fitch Ratings kuruluşlarıdır. Bu kuruluşların not verirken ekonomik bakışın yanında son yıllarda siyasi bakışa da ağırlık vererek davranması notların güvenilirliğini tartışılır hale getirmiştir. Yüksek kredibilite notu verilen Yunanistan'ın krize girmesi ve ithalat-ihracat dengesi ihracat lehine olan Arjantin'in notunun 5 seviye birden düşürülmesi bu tartışmaların nedenlerinden sadece birkaçı.
Yeni bir kredi derecelendirme kuruluşu kurulmasının ve özellikle bu kuruluşun uluslararası geçerlilik kazanmasının hayli güç olması ve uzun yıllar gerektirmesi mevcut kuruluşlara mahkumiyetin devam edeceğini gösteriyor. Ne kadar tartışılsa da sınırötesi yatırımcıların yatırımlarını bu kuruluşların notlarına bakarak yönlendirdiği yadsınamaz bir gerçektir.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının kredibilite seviyeleri kuruluşuna göre ufak değişiklikler içerse de genellikle harf notlarıyla verilir. En yüksek not olan "AAA" ile başlayan seviyeler en düşük not olan "D" seviyesinde son bulur. Ayrıntılı not çizelgesi ise şu şekildedir:

Moody's S&P Fitch  
Uzun vadeli Kısa vadeli Uzun vadeli Kısa vadeli Uzun vadeli Kısa vadeli  
Aaa P-1 AAA A-1+ AAA F1+ En yüksek dereceli
Aa1 AA+ AA+ Yüksek dereceli
Aa2 AA AA
Aa3 AA- AA-
A1 A+ A-1 A+ F1 Üst orta sınıf
A2 A A
A3 P-2 A- A-2 A- F2
Baa1 BBB+ BBB+ Alt orta sınıf
Baa2 P-3 BBB A-3 BBB F3
Baa3 BBB- BBB-
Ba1 Not prime BB+ B BB+ B Yatırım yapılamaz
spekülatif
Ba2 BB BB
Ba3 BB- BB-
B1 B+ B+ Son derece spekülatif
B2 B B
B3 B- B-
Caa1 CCC+ C CCC C Önemli riskler
Caa2 CCC büyük ölçüde spekülatif
Caa3 CCC- Kurtarılması beklenen, iflasa yakın
Ca CC
C
C D / DDD / İflas
/ DD
/ D

15 Ekim 2012 Pazartesi

Türkiye İçin 2013 Falı

Küresel sistemdeki sıkıntının Türkiye’ye etkileri
2013 yılı tahminleri açıklandı. Bunları ele alarak Türkiye için bir fal bakmaya çalışalım. 
Küresel sistem 2013 yılında genel bir toparlanma vaad etmiyor. Özellikle Euro bölgesi sorunlarını çözmeye yetecek bir sıçrama yapabilecek güçten oldukça uzak bir konumda görünüyor. ABD’nin göreli olarak toparlanmasının sürmesi, Çin’in tahminler çerçevesinde yavaşlama eğiliminden çıkması 2013 yılının kazançları olacak ve en azından sonraki yılları küresel sistem genelinde olumlu etkileyebilecek.
Türkiye açısından küresel sistemin yansımalarından bir sonuç çıkarmamız gerekirse sıkıntılı bir yıla hazırlanmakta yarar olduğunu söylememiz gerekiyor. Bunun başlıca iki nedeni var: (1) Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı konumundaki Euro bölgesi ekonomileri yavaşlama hatta daralma içinde oldukları için ithalatları düşüyor. Bu durumda Türkiye’nin ihracat sıkıntısı çekmesi kaçınılmaz görünüyor. (2) Her ne kadar likidite bolluğu ve gelişmiş ekonomilerde düşük faizlerin egemenliği yatırımcıları Türkiye gibi yüksek faiz veren ülkelere itiyorsa da risk yüksekliği bu paraların çok kısa vadeli yani sıcak para biçiminde gelmesine yol açıyor. Sıcak para, dış finansmanın kalitesinin bozulmasına yol açıyor. Bu eğilim 2013’de de devam edecek gibi görünüyor.  
Türkiye tahminleri
Şimdi de IMF’nin raporlarında (World Economic Outlook ve Fiscal Monitor) ve hükümetin Orta Vadeli Programında (OVP) yer alan tahminleri özet bir tablo halinde verip bu verileri kullanarak değerlendirme yapmaya çalışayım.
2013 Tahminleri
IMF
OVP
GSYH (Cari Fiyatlarla milyar TL)
1.571
GSYH (Milyar USD)
858
Kişi Başına GSYH (USD)
11.318
Büyüme (%)
3,5
4,0
Tasarruflar / GSYH (%)
15,0
Yurtiçi Talep Artışı (%)
3,9
TÜFE (Yılsonu, %)
5,7
5,3
Bütçe Açığı (%)
-1,9
-2,2
Kamu Borç Yükü (%)
36,7
35,0
Cari Açık (%)
-7,1
-7,1
İşsizlik (%)
9,9
8,9
USD Kuru (TL)
yok
1,83
Büyüme düşüşü sıkıntılara neden olacak
İster IMF’nin yüzde 3’lük tahminini ister OVP’de öngörülen yüzde 4’lük tahmini alalım Türkiye’nin 2013’de potansiyelinin altında büyümesi bekleniyor. Bu, potansiyelinin altında büyüyeceği ikinci yıl olacak. 2012 yılındaki düşük büyüme hızı, 2010 ve 2011 yıllarının sırasıyla yüzde 9,2 ve 8,5’luk çok yüksek büyüme hızlarının ardından geldiği için onların ivmesiyle pek fazla hissedilmedi. Oysa şimdi ikinci kez düşük hızlı bir büyüme sıkıntıları daha fazla gün yüzüne çıkaracak. Büyümenin düşmesi, geçen yılların ivmesiyle azalan, işsizlik oranını yeniden yükseltmeye başlayacaktır. Bir benzetme yapayım: Hareket halinde kol kırıldığında hareketin yarattığı sıcaklığın etkisiyle acı fazla hissedilmez. Hareket durup sıcaklık yerini soğumaya terk ettiğinde acı hissedilmeye başlanır. İşsizlik konusunda IMF, hükümete göre daha kötümser görünüyor.  
Yüzde 4’lük büyüme hızının potansiyele göre düşük ama konjonktüre göre yüksek olduğunu söylemekte yarar var. Ben büyüme hızının biraz daha düşük olabileceğini tahmin ediyorum.
Cari açığın düşmesi iyi ama yüzde 7’nin altına inilmesi zor
Türkiye’nin ne kadar düşürmeyi başarsa da 7’nin altına düşüremeyeceği tahmin edilen cari açığını karşılamakta gerekli olan dış finansman açısından sorunlu bir yıl yaşaması bekleniyor. Yüzde 10’dan yüzde 7’ye düşüş bir başarı öyküsü olsa da yüzde 7’lik cari açığın hala dünyanın en yüksek cari açıklarından birisi olduğu unutulmamalı. Yurtiçi tasarrufların oranının yüzde 15’i bulması iyimser bir tahmini yansıtıyor ama bu orana çıkılması halinde bile yatırım tasarruf dengesi açığı 5 - 7 puan arasında oluşacak. Orta ve uzun vadeli dış finansman bulma zorluğu ve iç tasarrufların yetersizliği sorununun faizden başka pek bir çözümü olmadığını dikkate alırsak TCMB’nin faizi düşürme ve ekonomik gerçekler arasında iyice sıkışıp kalacağını tahmin etmek zor olmasa gerekir.
Türkiye ihracat kaybının bir bölümünü alternatif pazarlar yoluyla karşılıyor
Türkiye’nin başta Almanya olmak üzere Euro bölgesine yaptığı ihracatın düşmesinin yaratacağı sıkıntıları azaltmaya yönelik alternatif ihracat odakları yaratma hamlesinin ne kadar doğru olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Özellikle yukarıda büyüme potansiyeline değindiğim Gelişen Asya ve Orta ve Güney Afrika bölgelerine yönelik ihracatı artırmakta yarar olduğunu vurgulamak gerekir. Bu, yalnızca 2013 yılını kurtarmaya yönelik bir hamle değil aynı zamanda geleceğe yönelik daha geniş kapsamlı bir hamle olarak alınmalı. 
İkiz açık
Türk vergi sisteminin ithalat vergilerine ağırlık veren yapısı gereği cari açık düşerken bütçe açığı artıyor. Böylece Türkiye ekonomisinin en belirgin özelliklerinden birisi olan ters yönde işleyen ikiz açık olgusu bir kez daha yaşanıyor. Bunu önlemenin yolu yapısal reformlara girişmekten geçiyor. 
Küresel kıssadan Türkiye için hisse
Küresel sistem 2013 yılında 2012 yılından daha iyi bir görünüm sunmuyor. O nedenle sıkıntılı bir yıla hazır olmakta yarar var. Planları, programları ve bütçeleri ayda bir revize edecek şekilde yapmak uygun olur.

 http://www.mahfiegilmez.com

4 Ekim 2012 Perşembe

Ekonomik Büyüme

Bir ülkede 2010 yılı içinde yalnızca 1000 adet ekmek, 25 kg beyaz peynir ve 500 şişe su üretildiğini varsayarsak üretim şöyle bir görünüm sergiler:


Üretim = 1000 ekmek + 25 kg beyaz peynir + 500 şişe su

Ekmeğin adedinin 1 TL, beyaz peynirin kilosunun 10 TL, suyun da şişesinin 0,50 TL’den satıldığını varsayarsak örneğin bu ülkede 2010 yılının GSYH’sını şöyle hesaplayabiliriz:

GSYH = (1000 x 1) + (25 x 10) + (500 x 0,50) = 1.500 TL

Diyelim ki 2011 yılı başında yeni bir fırın devreye girmiş ve ekmek üretimi 1100 adede yükselmiş ve fiyatlar değişmeden kalmış olsun. Bu durumda 2011 yılının GSYH’sı şöyle hesaplanır:

GSYH = (1100 x 1) + (25 x 10) + (500 x 0,50) = 1.600 TL

Bu ekonomi 2011 yılında bir önceki yıla göre ((1600 – 1500)/ 1500) 0,067 yani yüzde 6,7 oranında büyümüştür. Fiyatlar artmadığı için bu büyüme hem nominal hem de reel büyümeyi göstermektedir. 

Şimdi varsayalım ki ekmek üretimiyle birlikte ekmeğin fiyatı da artmış ve tanesi 1,25 TL’ye çıkmış olsun. Bu durumda 2011 yılı GSYH’sı şöyle görünecektir:

GSYH = (1100 x 1,25) + (25 x 10) + (500 x 0,50) = 1.875 TL

Bu ekonomi 2011 yılında bir önceki yıla göre ((1875 – 1500)/ 1500) 0,25 yani yüzde 25 oranında büyümüştür. Bu büyümenin içinde fiyat artışları da yer aldığı için buna nominal büyüme deniyor. Nominal büyüme bize ekonominin gerçekte ne kadar büyüdüğünü göstermez. Bunu bulabilmek için 2011 yılı GSYH’sını fiyat artışlarından gidermemiz gerekir. Bunun için de bir önceki yılın yani 2010 yılının fiyatlarını hesaplamaya esas almamız gerekir. Bu durumda 2011 yılının GSYH denklemi şöyle olur.

GSYH = (1100 x 1) + (25 x 10) + (500 x 0,50) = 1.600 TL

Bu ekonomi 2011 yılında bir önceki yıla göre ((1600 – 1500)/ 1500) 0,067 yani yüzde 6,7 oranında büyümüştür.

Bu durumda şunu söyleyebiliriz: Bu hayali ekonomi 2011 yılında nominal olarak yüzde 25 büyümüş ama reel büyümesi yüzde 6,7 oranında gerçekleşmiştir.

Ekonomik büyüme denildiğinde kastedilen fiyat artışlarından arındırılmış büyüme, yani reel büyümedir. Bu ekonomide ekmek üretimi 100 adet artmıştır, gerçek büyüme budur. Çünkü bu büyüme refah artışı getirmiştir. Oysa fiyat artışının yarattığı nominal büyüme yalnızca görüntüyü değiştirmiş, refah artışına katkı yapmamıştır.

Türkiye, 2009 yılında yüzde 4,7 oranında reel küçülme yaşamış, 2010 yılında ise yüzde 9 oranında reel büyüme gerçekleştirmiştir. 2011 yılının ilk 9 ayında yüzde 9,6 büyümüş olan Türkiye ekonomisinin yıl bazında yüzde 8 dolayında büyümüş olduğu tahmin edilmektedir. 

http://www.mahfiegilmez.com/2012/01/ekonomik-buyume-ne-demektir.html

GSYH Nasıl Hesaplanır?

Bir ülkede belirli bir dönem içinde (3 ay, 1 yıl) üretilen bütün nihai malların piyasa fiyatları üzerinden toplanmasıyla oluşan toplam değere gayrısafi yurtiçi hasıla (ya da kısaca GSYH) diyoruz. Bir ülkede bir yıl içinde yalnızca 1000 adet ekmek, 25 kg beyaz peynir ve 500 şişe su üretildiğini ve ekmeğin adedinin 1 TL, beyaz peynirin kilosunun 10 TL, suyun da şişesinin 0,50 TL’den satıldığını varsayarsak GSYH’yı şöyle hesaplayabiliriz:

GSYH = (1000 x 1) + (25 x 10) + (500 x 0,50) = 1.500 TL

Buna göre bu ülkede o yıl için piyasa fiyatları cinsinden hesaplanan GSYH 1.500 TL’dir.

Bu basitleştirilmiş hesaplamada dikkat edilmesi gereken şey sadece nihai malların piyasa satış fiyatlarının dikkate alındığıdır. Yani ekmekteki buğdayın, un haline getirilirken eklenen işçilik değerinin veya suyun şişesinin, kapağının ya da beyaz peynirin ambalajının ayrı ayrı hesaba katılması söz konusu olmuyor. Üretilen malı tüketiciye nihai satışfiyatları toplanıyor. Aksi takdirde çift sayım yapmış oluruz ve GSYH olduğundan büyük çıkar.

GSYH bu şekilde hesaplanan üretim yöntemi yanında harcamalar ve ülkede elde edilen gelirler üzerinden giderek de hesaplanır. Çünkü bir ülkedeki toplam üretim değeri, toplam harcamalar ve toplam gelirler bir eşkenar üçgenin üç kenarı gibi birbirine eşittir.

GSYH, bir ülkenin bir çeyrek yıl veya bir tam yıl içinde ne kadar üretim yaptığını bize fiyatlar cinsinden gösterir. Farklı malları toplayabilmek için ortak bir ölçüye ihtiyacımız vardır: O da fiyattır. Aksi takdirde denklemimiz şöyle olur:

GSYH = 1000 ekmek + 25 kg beyaz peynir + 500 şişe su

Bu denklem bize o ekonomide hangi malın ne kadar üretildiğini anlatır ama GSYH’nın ne kadar olduğunu buradan bulamayız. Aynı malları piyasa fiyatları cinsinden toplarsak GSYH’yı bulabiliriz.

Türkiye’de GSYH üçer aylık dönemler itibariyle açıklanır ve sonunda yıllık GSYH ortaya çıkar.

2010 yılında Türkiye’nin yıllık GSYH’sı 1.105 (1 trilyon 105 milyar) TL olarak hesaplanmıştır. Bunu nüfusa böldüğümüzde kişi başına düşen yıllık geliri hesaplayabiliriz. 2010 yılında Türkiye’nin yıl ortası nüfusu 73 milyon olarak tahmin edilmektedir. Buna göre kişi başına gelir 15.137 TLolarak ortaya çıkmaktadır.

Uluslararası karşılaştırmalarda kullanılabilmesi için bu sayılar yıllık ortalama kura bölünerek dolar cinsinden gösterilmektedir. 2010 yılında yıllık ortalama dolar kuru 1,50 olduğuna göre GSYH 736 milyar dolar ve kişi başına gelir de 10.080 dolar olarak bulunmaktadır.

(Not: Burada sunduğum hesaplar konuyu en basit haliyle anlatmayıamaçlamaktadır. Ülkelerin üretimleri, dış ilişkileri ve dolayısıyla GSYH hesapları burada sunulduğundan çok daha karmaşıktır. Burada konu yalnızca hatırlatma amaçlı ele alınmaktadır.)

 http://www.mahfiegilmez.com/2012/01/bir-sayfada-gsyh-dersi.html

İşsizlik Nasıl Hesaplanıyor?

Toplumda en çok merak edilen ekonomik konulardan birisi enflasyon oranının nasıl hesaplandığı, ötekisi de işsizlik oranının nasıl hesaplandığı meselesidir. Ne zaman enflasyon düştü ya da işsizlik düştü deseniz itiraz edenler çıkar. Bu iki oran aynı zamanda en az inandırıcı bulunan oranların da başında gelir. 


Türkiye İstatistik Enstitüsü (TÜİK), işsizlik oranını hesaplarken Uluslararası Emek Örgütünün (ILO) standart hesaplama yöntemlerini kullanıyor. Buna göre 15 yaşından büyük olan ve tam gün esasına göre bir işte çalışmıyor olanlar gruplara ayrılıyor. TÜİK’in kullandığı uluslararası standarda göre istihdam edilmeyen, son üç ayda iş aramış olan ve 15 gün içinde bir işte istihdam edilebilecek durumda olan kişiler işsiz olarak sınıflandırılıyor ve oran bu sayıya göre hesaplanıyor. Bu hesaplamaya iş bulma ümidi olmadığı için son üç ayda iş aramayı bırakmış olup da iş bulsa çalışacak olanlar, mevsimlik işlerde çalıştığı için iş aramayan ama sürekli iş bulsa çalışmaya hazır olanlar, ev kadını, emekli, irad sahibi, öğrenci ya da özürlü, yaşlı ve hasta olduğu için iş aramayan ama bulsa çalışmaya hazır olanlar, diğer nedenlerle iş aramayan ama iş olsa işbaşı yapmaya hazır olanlar dahil edilmiyor.

Özetle 15 yaşından büyük olup da son üç ay içinde iş arayan ve 15 gün içinde işbaşı yapmaya hazır olduğunu bildirenlerin toplam işgücüne bölünmesiyle işsizlik oranı hesaplanıyor.

Bir hesaplama örneği vermek için Türkiye’nin Ekim 2011’deki istihdam durumunu sayılarla ele alalım. Ekim 2011’de Türkiye’nin nüfusu 72,7 milyon kişi olarak tahmin edilmektedir. Bu nüfusun 53,9 milyonu 15 yaş ve daha yukarı yaş grubudur. Bir işte çalışanlar yani istihdam edilenler (24,5 milyon) ve son üç ayda iş aramış ve 15 gün içinde işe başlayabilecek konumda olan işsizlerin (2,5 milyon) toplanmasıyla bulunan toplam işgücü 27 milyon kişidir.

İşsizlik oranını hesaplamak için şöyle bir denklem yazabiliriz: 

İşsizlik Oranı = Son 3 ayda iş arayan ve 15 gün içinde işe başlayabilecek durumda olanlar / Toplam işgücü

Yukarıdaki sayıları bu denklemde yerlerine koyalım (yuvarlamalar nedeniyle küçük farklar olabilir):

İşsizlik Oranı = (2,5 / 27) x 100 = 9,1
Yani Ekim 2011’de Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 9,1’dir.

Bu sistemin en önemli eksikliği bir kişinin işsiz sayılabilmesi için son üç ay içinde başvurmuş olması gereğidir. Gelişmiş ülkelerde insanlar başvurularını sürekli yenilese de gelişme yolundaki ülkelerde bu yenileme bu sıklıkla yapılmıyor. O nedenle işsiz sayısı da olduğundan az görünebiliyor.

Ölçüm doğru olsa da yöntem tam anlamıyla sağlıklı sonuç vermiyor olabilir. İnsanların işsizlik oranlarına itiraz etmelerinin nedeni buradan kaynaklanıyor.   
 
 http://www.mahfiegilmez.com/2012/01/issizlik-nasl-hesaplanyor.html

Bütçe

Bütçe belirli bir dönem için elde edilecek gelirlerle yapılması planlanan giderleri gösteren bir tahmin cetvelidir. Kamu bütçesinin ötekilerden farkı vergidir. Karşılıksız bir gelir olan vergiyi yalnızca kamu kesimi tahsil edebilir. Kamu kesimi bütçesinin özel bütçelerden bir başka farkı yasa olmasıdır. Bütçe yasası bir yıllık, yetki veren bir yasadır.


Kamu kesimi söz konusu olduğunda şöyle bir bütçe denklemi yazabiliriz:

Bütçe Dengesi = Bütçe Gelirleri (vergi gelirleri + diğer gelirler) – Bütçe giderleri (faiz dışı giderler + faiz giderleri) Faiz dışı giderler de personel giderleri, yatırım giderleri, diğer cari giderler olarak sıralanabilir.

Bütçe dengesi denilince üç durumdan birisi karşımıza çıkar:

Eğer bütçe gelirleri = bütçe giderleri ise bütçe denktir.
Eğer bütçe gelirleri > bütçe giderleri ise bütçe fazlası vardır.
Eğer bütçe gelirleri < bütçe giderleri ise bütçe açığı söz konusudur.

Borçlanmalar bütçeye gelir veya gider yazılmaz, ayrı bir borç hesabında izlenir. Buna karşılık borçlar için ödenen faiz giderleri, bütçenin gelirlerinden ödendiği için bütçeye gider yazılır.

Faizler hariç tutularak bakılan dengeye de faiz dışı bütçe dengesi deniyor. Bunu da şöyle formüle edebiliriz: Faiz dışı denge = Bütçe gelirleri – faiz dışı giderler 

Faiz dışı dengede üç durumdan birisi karşımıza çıkar:

Eğer bütçe gelirleri = faiz dışı giderler ise faiz dışı denklik söz konusudur.
Eğer bütçe gelirleri > faiz dışı giderler ise faiz dışı fazla vardır.
Eğer bütçe gelirleri < faiz dışı giderler ise faiz dışı denge açık veriyor demektir.

2011 yılının bütçe sonuçları şöyle özetlenebilir:

Bütçe gelirleri = 295,9 (vergi gelirleri: 253,8; diğer gelirler 42,1)
Bütçe giderleri= 313,3 (faiz dışı giderler: 271,1; faiz giderleri: 42,2)

Şimdi bu büyüklükleri yukarıdaki formüllerde yerlerine koyalım.

Bütçe dengesi = (295,9 – 313,3) = - 17,4 milyar TL
Faiz dışı denge = (295,8 – 271,1) =  24,7 milyar TL

Buna göre 2011 yılında bütçe 17,4 milyar TL açık vermiş buna karşılık faiz dışı denge 24,7 milyar TL fazla vermiştir. Bir başka ifadeyle bütçe gelirleri faiz dışı giderleri karşıladıktan sonra toplam 42,2 milyar TL’lik faiz giderlerinin 24,7 milyar TL’lik kısmını da karşılamıştır.

2011 yılı için tahmin edilen GSSYH’nın tahmin edildiği gibi gerçekleştiğini (1.215 milyar TL) varsayarsak bütçe açığının GSYH’ya oranı % 1,5 ve faiz dışı fazlanın GSYH’ya oranı yüzde 2 olarak hesaplanabilir. 

 http://www.mahfiegilmez.com/2012/01/butce-dersi.html

Maliye Politikası ve Tavşan

Maliye politikasının dört temel alt politikası var: (1) Vergi politikası, (2) Harcamalar politikası, (3) Borçlanma politikası, (4) Diğer politikalar.


Vergi politikası, ekonominin gidişine göre vergilerin artırılması veya azaltılması biçiminde uygulanır. Artırma da azaltma da iki biçimde olabilir: Vergi oranları değiştirilebilir ya da kapsam değiştirilebilir. Vergi oranları ya da verginin kapsamı artırılırsa kişi ve kurumlara daha az harcanabilir gelir bırakılır ve bu yolla toplam talep denetim altına alınmış olur. Tersi yapılıp da vergi oranları ya da verginin kapsamı düşürülürse kişi ve kurumların elinde daha fazla harcanabilir gelir kalacağı için harcamalar ve bu yolla da toplam talep yükselir. İlki ekonomiyi soğutmak, ikincisi ise canlandırmak amaçlı kullanılabilir.

Harcamalar politikası kamu harcamalarının artırılması veya azaltılmasının ekonomide yaratacağı etkiler üzerine kurulu bir politikadır. Kişi ve kurumların harcamalarının ve dolayısıyla toplam talebin düştüğü bir ortamda kamu harcamaları artırılarak ekonominin canlanması sağlanabilir. Bu durumda eline fazladan para geçenler bu parayı harcayarak talep artışına ve o da üretimin canlanmasına etki yapabilir. Toplam talebin hızla arttığı bir ortamda ise bunun tersi yapılarak kamu harcamaları azaltılır ve kişilerin eline daha az harcanabilir gelir bırakılarak talep düşürülür.  

Borçlanma politikası, ekonomide talep artışına bağlı olarak aşırı canlılığın ortaya çıktığı hallerde, bir başka ifadeyle ekonominin ısındığı durumda, kamu borçlanmasını artırmak suretiyle harcanabilir gelirin düşürülmesini hedefleyen bir politikadır. Eğer tersi olmuş ve ekonomi soğumaya yüz tutmuşsa o zaman borçların erken ödenmesi yoluyla para piyasaya çıkarılır ve toplam talebin canlanması sağlanır.      

Bu üç temel politika aracının yanında teşvik politikasından dış ticaret politikasına kadar uzanan çeşitli alt politikalar da maliye politikasının araçları ya da alt politikaları arasında sayılabilir.

Uzun yıllar tek başına kullanılmış olan maliye politikası son otuz yılda yerini para politikasına terk etmiş görünüyor. Çünkü para politikası, maliye politikasının aksine geniş halk kitleleri tarafından kolayca anlaşılabilecek bir politika değildir. Zorunlu karşılıkları artırmakla vergi oranlarını artırmak arasında büyük bir fark vardır. İlkini anlayanların sayısı ikinciyi anlayanların yüzde biri kadar değildir. Böylece ekonomide yapılacak sıkılaştırmalar halkın gözünden daha kolay saklanabilir.  

Bütün bunları anladık ama başlıktaki tavşan ne oluyor diye sorarsanız o da ekonomi politikasının bir başka aracı oluyor. Diyelim ki bütçe açığını düşürmek istiyorsunuz ve ne kadar artırsanız da vergiler bu amaca hizmet etmiyor. İşte o zaman tavşanı şapkadan çıkarıyorsunuz. Türkiye’de son dönemde şapkadan çıkarılmış tavşanlar arasında özelleştirme, bedelli askerlik, vergi affı, yurtdışından getirilecek paraların affı ön planda yer aldı. Sırada 2B ve mütekabiliyet yasası var.

Dalgalı döviz kuru rejiminde doğrudan bankalara müdahaleye başlandığı anda şapkadan tavşan çıkarmak para politikasında da kullanım alanı buluyor demektir. İşte o aşamada bütün öteki politika araçlarının yerini şapkadan tavşan çıkarma politikası almış olur. Ne var ki bu politika sürdürülebilir bir politika değil. Yalnızca zaman kazandırıyor. Yapısal reformlar için bu yolla kazanılan zaman iyi kullanılamazsa şapkada tavşan kalmayabilir.

http://www.mahfiegilmez.com/2012/01/maliye-politikas-ve-tavsan.html